Düşünmenin Fizyolojisi


Düşünme şeklimiz kendisini ‘fizyolojimizde’ açığa çıkarır. Bu konudaki NLP önvarsayımı : ‘Zihin ve beden tek bir sistemdir.’

Çizgi filmlerde karakterlerin kendilerini o an nasıl hissettikleriyle ilgili bir ‘alt yazı’ yoktur. Çizerler ruh hallerini ve deneyimleri iletmek için ‘Jestleri’ ve ‘Mimikleri’ kullanırlar. Joseph O’Connor bu konuda üç noktanın üzerinde duruyor :

İmgelemeyle birlikte yürüyen fizyoloji nasıldır?
Gözlerinde bir şeyleri canlandıran kişiler genellikle yukarı doğru bakarlar ve boyun kasları gerginleşir. Odaklanmaya çaba gösteriyorlarmış gibi kaşları çatılır. Böyle kişiler baş ağrısından ve boyun tutulmasından şikayet ederler. Aslında boyun kaslarını rahatlatarak ta zihinsel resimler görülebilir!

Nefes alma, fizyolojinin önemli bir bölümüdür. İmgelerken insanlar genellikle dik durur ve göğüslerinin üst kısmından nefes alırlar. Bu da kısa nefeslere ve hızlı konuşmaya yol açar.

İşitsel düşünmenin fizyolojisi ile bunlardan farklıdır. Bedende küçük ritmik hareketler, sallanmalar görülür. Ses tonu açık, net ve genellikle müzikaldir.

Fizyolojinizi değiştirirseniz ruh haliniz ve düşünceleriniz de değişir. Duygularınız ve deneyimlerinize yüklediğiniz anlam değişir. Tepkileriniz ve hoşgörü seviyeniz değişir. Gevşeme ve rahatlama çalışmalarının önemi de buradadır.

Harry Alder’de düşündüğümüz düşüncelerin fiziksel etkilerinin üzerinde durur. Vücudumuz düşüncelerimizden doğrudan etkilenmektedir. Küçük bir çocuktan ‘çok güçlü ve cesur olduğunu’ hayal etmesini istediğinizde, başını yukarı kaldırıp göğsünü ileri doğru çıkarır ve kollarını iki yanda gerili tutar. Çocuklar kendilerini kolayca başka bir şekilde görebilirler, bedenleri de hemen bu yeni kimliğe bürünür. Yetişkinler de rahatlatıcı ve hoşlarına giden bir sahneyi zihinlerinde net bir şekilde görselleştirdiklerinde bedenleri bu duruma uygun şekilde tepki verir. Travmatik bir durum hayal ederlerse farklı tepki verir. Bu bedensel tepkilerimiz de sağlığımızı etkiler. Davranışlarımızın kaynağı da zihindir.

Değişimin Nörolojik Düzeyleri
NLP’nin önde gelen düşünürlerinden biri olan Robert Dilts, ‘Öğrenme’, ‘İletişim’ ve ‘Değişim’in altı düzeyini belirlemiştir. Dilts’in bu sisteme Nörolojik Düzeyler’ adını vermesinin nedeni, bunların mantıksal ve hiyerarşik bir düzen içinde olmalarıdır.

AÇIKLAMA
“En yüksek seviyeden en alt seviyeye doğru düzeyler ve belirleyici sorular:
1. Ruhsallık /Bağlantılılık  ve Amaç -  Sorusu: Başka kim?
2. Kimlik/Misyon   -  Sorusu: Kim?
3. İnanç sistemleri ve Değerler  -  Sorusu: Niçin?
4. Beceriler / Yetenekler  -  Sorusu: Nasıl?
5. Davranışlar   -  Sorusu: Ne?
6. Çevre  - Sorusu: Nerede?”

Robert Dilts nörolojik düzeylerin üst düzeylerinde gerçekleşen değişimlerin, daha alt düzeylerde büyük etkiye yol açtığını açıklamıştı. Etkin bir ‘Değişim’ için en gerekli olan unsur, bu özel bağlam içinde insanın hangi nörolojik düzeyde olduğunun anlaşılmasıdır. Bunu kendiniz için belirlemeyi başardığınızda, başkalarının nörolojik seviyelerini de anlayabilecek ve aynalayabileceksiniz.

Mo Shapiro’dan Hikaye: “Markiz Firmasının Direktörleri”

“Markiz firmasının direktörlerine yeni bir değerlendirme sistemi sunulduğunda, direktörler buna karşı çıktılar ve kendilerinin birinci sınıf denetleyici olduklarını söylediler. Öfkelendiler. Davranışlar düzeyinde empoze edilen değişiklik, onların kimlik düzeylerindeki ‘birinci sınıf denetleyici’ olma görüşüyle uyuşmamıştı. İlk tepkileri şu olmuştu: ‘Bizler yönetici değiliz.’ Sonra şöyle devam etmişlerdi: ‘Biz bunun için eğitilmedik.’ Böylece beceriler düzeyinde bir tepki göstermişlerdi. Eğer bu denetleyicilerle önceden bir araştırma ve tartışma toplantısı düzenlenmiş olsaydı bu çatışma olmazdı.”

Nörolojik düzeyler üzerinde yapacağınız çalışmalar size yaşamınızın her yönüyle ilgili daha esnek düşünebilmenizi sağlayacaktır. Olumsuz bir durumla karşılaştığınızda, nörolojik düzeylerin sorularını sorarak, sorunun kaynağını bulabilir ve onu değiştirebilirsiniz. Düzeylerin bilgisiyle yaşamınıza baktığınızda ‘Farkındalığınızın Genişlediğini’ görebilirsiniz. Aşağıdaki tanımlamalar her Nörolojik Düzeyi açıklamakta ve hem bireyler hem de şirketler için bazı uygulamalar sunmaktadır.

Stratejiler

Belirli bir Sonuç ya da Hedefi kalıcı olarak üretmek için bir araya getirilmiş düşünce ve davranışlar dizisidir. Bir görevi başarmak için fikirlerimizi ve davranışlarımızı organize etmemizin yoludur. Sonuçları geliştirmek için strateji kullanabiliriz. Bir kişinin stratejisini belirlemek için ona konuyla ilgili sorular sorarız, sözel ve sözel olmayan tepkilerini, alt sistemleri, göz hareketlerini gözlemleriz. “Özel tekrarlanabilir ve çapalanabilir, içsel ve dışsal temsiller dizisidir.Belirli bir sonucun oluşmasına yol açar.”

Joseph O’Connor bir stratejiyi modellemek için şunların keşfedilmesi gerektiğini söyler : Kullanılan temsil sistemi; İçsel resimlerin, seslerin ve hislerin alt sistemleri; Aşamaların sırası.
Değişim Stratejisinin Odak Noktası Amaç’tır.
Eğer sizi dinleyen kişilerin bilinçaltlarında amacınızla ilgili ‘Arzulanır bir Tablo’ çizmeyi başarabilirseniz, bu amacınıza erişebilmeniz için onların Bilinçaltları da harekete geçer ve dizginleri ele alır ve gerekli olan stratejiyi biçimlendirir.

 

Joseph O’Connor’da  Arzulanır Tablo Çizme Stratejisinin Üç Sütunu :

1. Tutarlılık : Dinleyenlerin bilinçaltı, bütün ‘İstem Dışı Mikro Hareketleri’ algılar ve bir şeylerin ‘Sahte’ olduğunu hissederse hemen geri çekilir. Bilinçaltını yanıltmak, bilinci yanıltmaktan daha zordur. Unutmayın ki, İletişimde iki tarafın da kazanması gerekir.
2. İnanca ve Kendilik İmgesine Uygunluk : Karşınızdaki kişinin ‘İnancına’ veya ‘Kendisini Algılayış Biçimine (kendi hakkında sahip olduğu imajına’ ‘Ters Düşecek’ bir şey istediğinizde, hiçbir şey elde edemezsiniz. Karşınızdaki kişinin ‘Bilinçaltı’ bu inanca ve bu kendilik imgesine ters gelen her şeye karşı ‘Bütün Gücüyle Direnir’. Örneğin kendisinin utangaç olduğuna inanan bir kişiye, ‘Eğer Konferans Vermeyi Kabul Ederse’ elde edeceği kazançlardan söz ederseniz, onu ‘İkna’ etmeyi büyük olasılıkla başaramazsınız. Çünkü bu kişinin ‘İçsel Sansür’ü daha baskın çıkacaktır.
3. Egoyu Yaralamamak. Ego, Bilinçaltının eşiğinde bekleyen ‘Bekçi’dir. Sizi dinleyen bir kişinin ‘Egosunu’ bir kere yaraladığınızda, artık ona ne söylerseniz söyleyin hiçbir anlamı yoktur. Perde kapanmıştır ve artık mesaj alınmıyordur. Eğer böyle bir durumla karşılaşırsanız özür dileyin. Bilinç düzeyinde ve Bilinçaltı düzeyinde etkili olacaktır.

 

NLP Türk Blog

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder